Wall Street Kriz Alarmı: Yüksek Faizler Borsayı Çökertir Mi?

BIST Haberleri
Küresel faiz artışları, devasa bütçe açıkları ve aşırı değerli hisse senetleri Wall Street'i potansiyel bir finansal çöküşe sürüklüyor. MarketWatch yazarı Brett Arends ve SG Menkul Kıymetler Küresel Strateji Başkanı Albert Edwards'ın uyarılarıyla, 1929 Büyük Buhran öncesi döneme benzer endişe verici sinyaller analiz ediliyor. Yatırımcılar için kritik risk faktörleri ve tarihsel paralellikler.

Küresel Finans Piyasalarında Tehlike Çanları: Wall Street Kendi Felaketini Mi Hazırlıyor?

Küresel finans piyasaları, tecrübeli analistlerin 'yanardağ çevresinde dans etmek' olarak nitelediği, yıkıcı bir çöküş riskiyle karşı karşıya. MarketWatch'un saygın yazarı Brett Arends, Wall Street yatırımcılarının mevcut tehlikenin boyutlarının tam olarak farkında olmayabileceği konusunda ciddi uyarılarda bulunuyor. Bu uyarının temelinde, küresel çapta yükselen faiz oranları, devasa kamu bütçe açıkları ve aşırı değerli hisse senedi piyasaları yatıyor.

Yükselen Faizler ve Borsa Üzerindeki Yıkım Riski

Arends, Birleşik Devletler ve dünya genelinde gözlemlenen hızlı faiz artışlarının, hisse senedi piyasaları üzerinde potansiyel bir yıkım riski oluşturduğunun altını çiziyor. Özellikle kendi emeklilik fonlarını yöneten bireysel yatırımcılar için ürkütücü bir soru ortaya atıyor: Mevcut şans rüzgarları ne kadar daha sürebilir? Bu soru, bir yandan tarihi seviyelere ulaşan federal bütçe açıkları ve diğer yandan bugüne dek görülmemiş derecede yüksek değerlemelere sahip hisse senedi piyasaları bağlamında çok daha kritik bir hal alıyor.

Yakın zamanda gerçekleşen Jackson Hole toplantısından sızan ilk haberler, ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Jerome Powell'ın kısa vadeli faiz oranlarını düşürme sinyalleri verdiğini işaret etse de, perde arkasında çok daha endişe verici bir gündem vardı. Toplantıya katılan finans çevreleri, asıl tartışma konusunun ABD ve küresel çapta uzun vadeli faiz oranlarında yaşanan kaygı verici yükseliş olduğunu belirtiyor. Bu durum, para piyasalarında büyük bir yapısal değişim sinyali veriyor.

Küresel Tahvil Piyasalarında Rekor Getiriler

Bu yükselişin somut örnekleri küresel piyasalarda net bir şekilde görülüyor. Örneğin, 30 yıllık Japonya devlet tahvilinin getirisi şu anda yüzde 3,2 seviyesinde seyrediyor. Bu oran, 2019 yılının başlarında sadece yüzde 0,35 civarındaydı; yani, Uzak Doğu'nun bu ekonomik devinde devlet tahvilleri getirileri son birkaç yılda neredeyse on katına çıkmış durumda. Benzer şekilde, İngiliz Hazinesi tahvilleri olarak bilinen 'yaldızlı tahvillerin' faiz oranları da 1998 yılından bu yana en yüksek seviyesine ulaştı. Genel bir trend olarak, faizler küresel çapta istikrarlı bir yükseliş sergiliyor.

Ancak en dikkat çekici ve potansiyel olarak en tehlikeli tablo, Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşanıyor. Son açıklanan istihdam verileri, ABD ekonomisinde beklenenden çok daha keskin bir yavaşlamaya işaret etti. Bu verilerin piyasada yarattığı olumsuz etki o kadar güçlüydü ki, dönemin ABD Başkanı Donald Trump'ın rakamları derleyen yetkiliyi görevden aldığı belirtildi. Bu gelişmeler ışığında, Fed Başkanı Jerome Powell, gelecek ayki Fed toplantısında kısa vadeli faiz oranlarını düşürme olasılığına kapı araladığı sinyalini verdi. Ancak asıl sorun, uzun vadeli tahvil getirilerinde yatıyor. Kısa vadeli faizlerin aksine, uzun vadeli tahvillerin getirileri, küresel trende paralel olarak ABD'de de düşmek yerine yükselişini sürdürüyor. 30 yıllık ABD Hazinesi tahvil getirisi, yakın zamanda yüzde 4,9 seviyesine ulaşarak sadece birkaç hafta önceki değerlerinin bile üzerine çıktı. Bu oran, bir önceki yılki yüzde 4,1 seviyesinin çok üzerinde bir yükselişe işaret ediyor. Piyasa uzmanları ve ekonomistler, Fed'in yalnızca kısa vadeli faiz oranlarını kontrol edebildiğini, uzun vadeli oranlar üzerinde doğrudan bir etkisinin olmadığını iyi biliyor. Arends, bu gerçeği öğrenmenin, politikacılar için zaman alıcı ve potansiyel olarak maliyetli olabileceğini ima ediyor.

Devasa Bütçe Açıkları ve Borçlanma Sarmalı

Piyasa analisti Arends'e göre, bu durumun ardındaki sır perdesi aslında oldukça ince. Faiz oranlarının yükselişinin temel nedeni, dünya genelindeki hükümetlerin her ay devasa bütçe açıklarıyla karşı karşıya kalmasıdır. Bu açıkları kapatmak için devletler sürekli olarak borçlanmak zorunda kalıyor ve yatırımcıları borç vermeye ikna edebilmek adına sundukları faiz oranlarını artırmak durumunda kalıyorlar. ABD hükümeti, mevcut ekonomik koşullar altında aylık ortalama 160 milyar dolar gibi akıl almaz bir miktarda borçlanmaktadır. Bu astronomik rakamı daha anlaşılır kılmak gerekirse, 340 milyonu aşan ABD nüfusunda her bir Amerikalının aylık bazda yaklaşık 1.200 dolar borçlandığı anlamına geliyor ki bu, sıradan bir vatandaşın bireysel bütçesini zorlayacak bir yük. Arends, bu rakamın aylık bazda olduğunu vurgularken, dönemin başkanının 'Büyük ve Güzel Bütçe Yasası' olarak adlandırdığı politikalarla, bu aylık borçlanma tutarının gelecek yıl 1.400 dolara yükselmesinin beklendiğini belirtiyor. Bu durum, ulusal borcun sürdürülebilirliği konusunda ciddi endişeleri beraberinde getiriyor.

Arends, yatırımcıların, Amerikan dolarından uzaklaşarak altın, gayrimenkul ve hatta Dogecoin gibi volatil kripto paralara kadar uzanan geniş bir yelpazede farklı varlıklara yönelmesinin ardındaki temel motivasyonun da bu sürekli artan borçlanma ve faiz politikaları olduğunu ifade ediyor. Bu, doların alım gücüne ve geleceğine duyulan güvenin sarsılmasının bir göstergesi olarak yorumlanıyor.

Hisse Senetleri ve Tahviller: Kritik Bir Karşılaştırma

Geleneksel finans otoriteleri hisse senedi piyasasının tahvil piyasasından bağımsız hareket ettiğini iddia etse de, Arends bu görüşe karşı çıkıyor. Analiste göre, bir yatırımcının devlete borç olarak verdiği her dolar, hisse senedi piyasasına yatırılamayan bir dolar demektir. Dolayısıyla, daha yüksek faiz oranlarının gerçek işlevi, yatırımcıları paralarını hisse senetlerine yönlendirmek yerine, hükümetin tahvillerine yatırım yapmaya teşvik etmek, yani sermayeyi kamu borçlanmasına çekmektir. Bu, iki piyasa arasındaki dolaylı ancak güçlü bir rekabeti gözler önüne seriyor.

Bu rekabetin somut bir göstergesi olarak, uzun vadeli ABD Hazinesi tahvillerinin getirisi, şu an itibarıyla ABD borsasındaki ortalama temettü getirisinin dört katına ulaşmış durumda. Bu, tahvillerin, yatırımcılara hisse senetlerinden dört kat daha fazla gelir sunduğu anlamına geliyor. SG Menkul Kıymetler Küresel Strateji Başkanı Albert Edwards, bu oranın son çeyrek yüzyılın en yüksek seviyesinde olduğunu vurguluyor. Arends, pandemi döneminde hisse senedi temettü getirilerinin, uzun vadeli tahvil kupon getirilerini aştığını hatırlatıyor. Ancak tahvillerin hisse senedi temettülerinden dört kat daha fazla ödeme yaptığı son dönem, 2000'lerin başındaki büyük teknoloji balonu dönemiydi. O balonun patlamasıyla birlikte hisse senetleri yaklaşık yarı yarıya değer kaybederken, tahvillerin değeri artmıştı. Bu tarihsel paralellik, Edwards'ın şu ürkütücü uyarısına zemin hazırlıyor: “Artan tahvil getirilerinin bir noktada hisse senedi piyasasını kıracağını kabul edebiliriz sanırım. Ama ne zaman?”

Değerleme Uçurumu ve Gelecek Endişesi

Elbette, hisse senetleri ve tahvillerin doğrudan karşılaştırılmasının belirli nüansları bulunmaktadır. Hisse senetlerinde temettüler, hissedarlara sağlanan toplam değerin yalnızca bir parçasıdır. Şirketler, hisse geri alımları (buyback) yoluyla hisse başına kazancı artırarak ve işlerine yeniden yatırım yaparak gelecekteki büyümeyi finanse ederek de hissedar değeri yaratırlar. Ayrıca, hisse senedi temettüleri genellikle zamanla artma potansiyeli taşırken, nominal tahvillerin kupon ödemeleri genellikle sabittir; enflasyona endeksli tahviller ise sadece enflasyon oranı kadar artış gösterir. Ancak Arends, bu ayrım noktalarına rağmen, mevcut kıyaslamanın piyasadaki genel risk algısı ve yatırımcı tercihlerini anlamak açısından hala son derece faydalı olduğunu savunuyor.

Güncel verilere göre, ABD borsası hisse başına tahmini kârların (Fiyat/Kazanç oranı - F/K) yaklaşık 24 katından işlem görüyor. Bu durum, hisse senetlerinin 'bilanço getirisi' olarak adlandırılabilecek yıllık kazancının, yani kazanç/fiyat oranının sadece yüzde 4'ün biraz üzerinde olduğunu gösteriyor. Başka bir deyişle, hisse senetlerinin, sadece temettüler değil, tüm net gelir ölçütleri dikkate alındığında bile sunduğu toplam bilanço getirisi, uzun vadeli tahvillerin kupon getirisinden belirgin şekilde daha düşük. Arends, bu durumu değerlendirirken, “ABD’deki büyük şirket hisseleri, tarihin hiçbir döneminde bu kadar pahalı olmamıştı,” diyerek endişelerini dile getiriyor ve ekliyor: “Geçtiğimiz on yıl boyunca devam eden Wall Street'in uzun süreli yükseliş trendinde, hisse senedi fiyatlarının yüksekliği büyük ölçüde son derece düşük tahvil getirileriyle gerekçelendiriliyordu. Peki şimdi tahvil getirileri çok daha yüksek bir seviyeye ulaşmış ve hisse senetleri de benzer şekilde pahalıyken, Wall Street bu durumu nasıl açıklayacak?”

Tarihi Bir Uyarı: 1929 Gölgesi

Bu endişe verici tabloya rağmen, akademik çevreden farklı sesler yükselmeye devam ediyor. Yale Üniversitesi'nden önde gelen bir iktisat profesörü, borsa balonu iddialarına rağmen piyasanın bir çöküş yaşamayacağına dair tüm yatırımcılara güvence veriyor. Profesör, yaygın inanışın aksine, borsaların “kalıcı biçimde yüksek bir plato”ya ulaştığını ve bu seviyelerin sürdürülebilir olduğunu savunuyor. Bazı 'karamsarların' yüksek değerlemeler konusunda kamuoyu önünde endişelerini dile getirmesine rağmen, sıradan yatırımcıların herhangi bir endişe duymasına gerek olmadığını belirtiyor. Bu yüksek değerlemelerin, artan şirket kârları sayesinde tamamen haklı bir temele oturduğunu ve önümüzdeki birkaç ay içinde borsanın mevcut seviyesinden çok daha yukarıda olmasını beklediğini ifade ediyor...

Ancak, hikayenin en çarpıcı ve ürkütücü kısmı burada başlıyor. SG Menkul Kıymetler'den Albert Edwards, müşterilerine yaptığı açıklamada, New York Times'ta yayınlanan bu makalenin aslında yeni olmadığını hatırlatıyor. Zira bu sözler, Yale Üniversitesi İktisat Profesörü Irving Fisher tarafından 16 Ekim 1929 tarihinde sarf edilmişti. Sadece on üç gün sonra, 29 Ekim 1929'da, küresel ekonomiyi derinden sarsan ve uzun süreli bir ekonomik durgunluğa yol açan Büyük Buhran patlak verdi. Bu tarihsel paralel, mevcut piyasa coşkusunun ardındaki potansiyel tehlikenin ciddiyetini gözler önüne seriyor ve yatırımcıları uyanık olmaya çağırıyor.

⚖️ Yasal Uyarı:Bu içerik yatırım tavsiyesi niteliği taşımaz. Yatırımlarınızla ilgili kararlarınızı kendi araştırmalarınız ve risk profilinize göre almanız önerilir.

Wall Street, borsa, finansal kriz, faiz oranları, tahvil getirisi, bütçe açığı, hisse senedi değerlemeleri, ekonomi, Jerome Powell, Brett Arends, Albert Edwards, Irving Fisher, Büyük Buhran, piyasa çöküşü, yatırım riskleri

İlginizi Çekebilir

Güvenilir Ortaklarımız