Küresel finans piyasalarının önde gelen aktörlerinden BBVA Research, Türkiye ekonomisine yönelik son değerlendirmelerini yayımladı. Bankanın güncel raporuna göre, 2025 yılı için Türkiye ekonomisine ilişkin büyüme beklentisi, önceki tahminlerle uyumlu olarak yüzde 3,5 seviyesinde sabit tutuldu. Bu oran, orta vadeli ekonomik projeksiyonlar açısından önemli bir referans noktası teşkil ederken, küresel ve yerel dinamiklerin olası etkileri de göz önünde bulundurularak belirlenmiş bir hedefi yansıtmaktadır. Ancak, aynı raporda dikkat çeken bir diğer husus, makroekonomik görünüm üzerindeki aşağı yönlü risklerin belirgin bir eğilim göstermeye başlamasıdır. Bu durum, belirlenen büyüme patikasına ulaşmada karşılaşılabilecek potansiyel zorluklara ve belirsizliklere işaret etmektedir; bu da politika yapıcılar ve piyasa aktörleri için dikkatle takip edilmesi gereken bir gelişmedir.
Ekonomik aktivitenin genel seyrine ilişkin öncü göstergeler, raporun temel bulgularından birini oluşturmaktadır. Bu göstergeler, yılın üçüncü çeyreğinin başında da üretimdeki zayıflığın devam ettiğine dair güçlü sinyaller vermektedir. Üretimdeki bu yavaşlama, özellikle sanayi üretimi ve kapasite kullanım oranları gibi kalemlerde gözlemlenen ivme kaybını ifade etmektedir ki bu, ekonomik büyüme potansiyeli açısından yakından takip edilmesi gereken bir trenddir. Bu durum, nihai talep koşullarındaki zayıflığın yanı sıra, küresel ticaretteki genel durgunluktan da besleniyor olabilir. Öte yandan, yılın ikinci çeyreğine ilişkin açıklanan makroekonomik veriler, ekonomi yönetiminin hedeflediği “yumuşak iniş” senaryosunu teyit eder niteliktedir. Yumuşak iniş, ekonominin yüksek enflasyon ortamından kademeli ve kontrollü bir şekilde, ciddi bir durgunluk veya resesyon yaşanmadan çıkışını ifade eden, genellikle arzu edilen bir senaryodur. Bu senaryonun teyit edilmesi, dezenflasyon sürecinin büyüme üzerinde yıkıcı bir etki yaratmadan ilerleyebileceğine dair umutları artırmakta, ancak üretimdeki zayıflık bu süreçteki kırılganlıklara ve dengelenme ihtiyacına dikkat çekmektedir.
BBVA Research analizlerinde, uygulanan sıkı para politikasının ve genel mali koşulların, özellikle iç talep üzerinde belirgin bir aşağı yönlü baskı oluşturduğu vurgulanmaktadır. Sıkı para politikası, merkez bankasının enflasyonu kontrol altına almak amacıyla politika faizlerini yükseltmesi, bankacılık sistemindeki likiditeyi daraltması ve genel kredi koşullarını sıkılaştırması gibi adımları içerir. Bu adımlar, borçlanma maliyetlerini doğrudan artırarak, hem hanehalkının tüketim harcamaları hem de işletmelerin yatırım kararları üzerinde önemli bir etki yaratır. Artan faiz oranları, tüketicilerin dayanıklı tüketim malları, konut ve taşıt gibi yüksek maliyetli harcamaları için kredi kullanma eğilimini azaltırken, mevcut borç yükünü de artırarak harcanabilir geliri kısıtlamaktadır. Bu durum, bireysel tüketim dinamiklerinde belirgin bir yavaşlamaya yol açmaktadır.
Benzer şekilde, işletmeler için de yatırım projelerinin finansman maliyetleri yükselmekte, bu da yeni kapasite artırımı veya mevcut operasyonların genişletilmesi gibi sermaye yoğun planların ertelenmesine veya tamamen iptal edilmesine yol açabilmektedir. Yüksek borçlanma maliyetleri aynı zamanda işletmelerin işletme sermayesi ihtiyaçlarını karşılamalarını da zorlaştırarak üretim ve stok yönetimini olumsuz etkileyebilir. Bu makroekonomik etkileşimler, toplam talebin daralmasına ve ekonomik aktivitenin genel bir yavaşlama eğilimine girmesine katkıda bulunmaktadır. Mali koşulların sıkılığı ise, kamu harcamalarının kısıtlanması veya vergi gelirlerinin artırılması gibi bütçe disiplini adımlarını ifade ederek, para politikasıyla eşgüdümlü olarak toplam talep üzerindeki baskıyı pekiştirmektedir. Bu kombinasyon, özellikle enflasyonla mücadele dönemlerinde tercih edilen ancak kısa vadeli büyüme üzerinde soğutucu etkisi olan bir politika sepetidir.
Rapor, aylık büyüme endeksinin, takvim etkisinin de katkısıyla yıllık bazda büyümenin yaklaşık yüzde 4,5 seviyelerinde seyrettiğine işaret ettiğini belirtmektedir. Bu gösterge, ekonominin mevcut seyrine dair anlık bir fotoğraf sunarken, mevsimsel ve takvimsel ayarlamaların önemini de vurgulamaktadır. Takvim etkisi, iş günü sayısı, resmi tatiller gibi faktörlerin ekonomik aktivite üzerindeki doğal dalgalanmalarını ifade eder ve bu tür düzeltmelerle daha gerçekçi bir görünüm elde edilir. Ancak, çeyreklik büyüme dinamiklerine bakıldığında, daha net bir yavaşlama eğilimi gözlenmektedir. Yılın ilk çeyreğinde yüzde 1 olarak kaydedilen çeyreklik büyümenin, ikinci çeyrekte belirgin bir düşüşle yüzde 0,5’e kadar gerileyeceği tahmin edilmektedir. Bu çeyreklik bazdaki ivme kaybı, makroekonomik aktivitenin hız kestiğini ve uygulanan politikaların ekonomik soğuma üzerindeki etkisinin somutlaştığını göstermektedir. Çeyreklik bazdaki bu düşüş, yıllık büyüme patikasını da etkileyerek, orta vadeli beklentiler açısından dikkatle izlenmesi gereken bir faktördür; zira bu yavaşlama eğilimi, enflasyonla mücadelenin bir bedeli olarak ortaya çıkmaktadır.
Türkiye ekonomisi için kısa ve orta vadeli görünümün şekillenmesinde kritik bir role sahip olan Orta Vadeli Program (OVP), Eylül ayı başında açıklanması beklenen güncel versiyonuyla büyük bir beklenti yaratmaktadır. OVP, hükümetin makroekonomik hedeflerini, temel makroekonomik göstergelerin (büyüme, enflasyon, işsizlik, bütçe açığı vb.) tahminlerini ve bu hedeflere ulaşmak için izlenecek politika çerçevesini detaylandıran, genellikle üç yıllık bir dönemi kapsayan kapsamlı bir yol haritasıdır. BBVA Research raporunda da belirtildiği üzere, bu program, sadece kısa vadeli büyüme görünümü hakkında değil, aynı zamanda ekonomi yönetiminin genel siyasi tercihleri ve öncelikleri hakkında da önemli ipuçları sunacaktır.
OVP’nin içeriği, piyasalara ve yatırımcılara güven sinyali verme potansiyeli taşımaktadır. Programın şeffaf, tutarlı ve gerçekçi hedefler içermesi, ekonomik aktörlerin geleceğe yönelik beklentilerini olumlu yönde etkileyebilir. Özellikle enflasyonla mücadele, mali disiplin, yapısal reformlar ve büyüme potansiyelini artırıcı politikalar gibi alanlardaki kararlılık, yatırım ortamını doğrudan etkileyecektir. Programın açıklanmasıyla birlikte, hükümetin enflasyonu düşürme, bütçe açığını kontrol altında tutma ve cari açığı sürdürülebilir seviyelere çekme konusundaki adımlarının netleşmesi beklenmektedir. Bu adımların belirlenen patika ile uyumu, Türkiye ekonomisinin uluslararası piyasalardaki algısını ve dış finansman koşullarını da etkileyecektir. OVP’nin detayları, piyasalara yönelik güven mesajının yanı sıra, ekonomik istikrarın sağlanması ve uzun vadeli sürdürülebilir büyüme potansiyelinin artırılması için hangi politikaların önceliklendirileceğini de gösterecektir. Dolayısıyla, OVP, sadece bir ekonomik tahmin belgesi olmanın ötesinde, ekonomi yönetiminin gelecek dönemdeki vizyonunu ve taahhütlerini yansıtan stratejik bir metin olarak ön plana çıkmaktadır; bu da hem yerli hem de yabancı yatırımcılar için bir rehber niteliği taşıyacaktır.
Yukarıda da değinildiği gibi, BBVA Research raporunda, 2025 yılı büyüme beklentisinin yüzde 3,5 olarak korunmasına rağmen, genel ekonomik görünümdeki aşağı yönlü risklerin artmaya başladığı vurgusu dikkat çekicidir. Bu riskler, küresel ekonomik yavaşlama, emtia fiyatlarındaki dalgalanmalar, jeopolitik gerilimler ve iç politikadaki belirsizlikler gibi dışsal ve içsel faktörlerden kaynaklanabilir. Ancak rapordaki temel vurgu, özellikle sıkı para politikası ve mali koşulların iç talep üzerindeki baskısının, büyüme beklentilerini aşağı çekebilecek en önemli içsel risk faktörlerinden biri olduğu yönündedir. Bu durum, dezenflasyon sürecinin büyüme üzerindeki potansiyel olumsuz etkilerini yönetme ihtiyacını daha da belirgin kılmaktadır.
Üretimdeki zayıflığın üçüncü çeyrek başında da devam etmesi ve çeyreklik büyüme hızının ilk çeyrekteki yüzde 1 seviyesinden ikinci çeyrekte yüzde 0,5’e gerileme tahmini, ekonomik aktivitedeki soğumanın somut göstergeleridir. Bu yavaşlama, istihdam piyasası üzerinde de baskı oluşturma potansiyeli taşırken, genel ekonomik refah üzerindeki etkileri de yakından izlenmelidir. Ancak, raporun ikinci çeyrek verilerinin “yumuşak iniş” senaryosunu teyit ettiğini belirtmesi, yetkililerin enflasyonla mücadele ve makroekonomik dengelenme sürecini, ekonomiyi derin bir resesyona sürüklemeden yönetme kapasitesine olan inancı da yansıtmaktadır. Bu dengenin sağlanması, hem enflasyonist baskıların hafifletilmesi hem de sürdürülebilir büyüme patikasının korunması açısından kritik öneme sahiptir. Politika yapıcıların, bu dengeyi hassas bir şekilde yönetmesi, ekonominin uzun vadeli istikrarı için hayati önem taşımaktadır.
Sonuç olarak, BBVA Research’ün Türkiye ekonomisine dair raporu, hem olumlu hem de zorlayıcı unsurları bir arada sunmaktadır. 2025 büyüme beklentisinin sabit tutulması, orta vadeli potansiyele olan güveni yansıtırken, artan aşağı yönlü riskler ve iç talep üzerindeki baskı, makroekonomik yönetimin önündeki zorluklara işaret etmektedir. Eylül ayında açıklanacak OVP, bu zorlukların nasıl aşılacağına ve ekonomi yönetiminin önceliklerinin neler olacağına dair daha net bir çerçeve sunarak, piyasaların geleceğe yönelik beklentilerini şekillendirmede belirleyici bir rol oynayacaktır. Bu stratejik belge, Türkiye ekonomisinin önümüzdeki dönemdeki rotasını belirleyecek temel göstergeleri ve politika hedeflerini içerecektir.
⚖️ Yasal Uyarı:Bu içerik yatırım tavsiyesi niteliği taşımaz. Yatırımlarınızla ilgili kararlarınızı kendi araştırmalarınız ve risk profilinize göre almanız önerilir.
Türkiye ekonomisi, BBVA Research, büyüme beklentisi, sıkı para politikası, iç talep, yumuşak iniş, Orta Vadeli Program, OVP, ekonomik görünüm, riskler, üretim zayıflığı, çeyreklik büyüme, makroekonomik analiz, finansal rapor, ekonomik tahminler