Son dönemde, Amerika Birleşik Devletleri borsaları, yaşanan düşüşlere rağmen tarihi zirvelerine yakın seyretmeye devam ediyor. Bu durum, piyasa değerlemeleri ile ülkenin temel ekonomik koşulları arasındaki potansiyel bir uyumsuzluğa dair ciddi endişeleri beraberinde getiriyor. Finans dünyasının önde gelen isimleri, Wall Street'in mevcut güçlülüğünün, sahadaki gerçek ekonomik zorlukları maskeleyebileceğine dikkat çekiyor.
Unlimited Funds'ın kurucu ortağı, Üst Yöneticisi (CEO) ve Yatırım Direktörü Bob Elliott, yakın zamanda yaptığı bir açıklamada, piyasaların güçlü bir ekonomik büyümeyi fiyatladığını, ancak mevcut koşulların bu yüksek beklentileri karşılamaktan uzak olduğunu net bir dille ifade etti. Elliott'a göre, hisse senedi piyasalarındaki mevcut canlılık, ABD ekonomisinin karşı karşıya olduğu yapısal zorlukları ve yavaşlama emarelerini göz ardı ediyor olabilir. Bu değerlendirme, yatırımcıların, özellikle şirket kârlılıkları ve makroekonomik veriler arasındaki potansiyel ayrımı sorgulamasına yol açıyor.
Elliott, ayrıca Federal Rezerv'in (Fed) olası faiz indirimleri konusunda piyasaların "aşırı iyimser" olduğunu vurguladı. Genellikle, merkez bankalarının faiz indirimlerine gitmesi, ekonomik büyümede belirgin bir yavaşlama veya resesyon riski olduğuna işaret eder. Ancak mevcut durumda, piyasalar hem güçlü hisse senedi performansı hem de agresif faiz indirimi beklentilerini aynı anda fiyatlıyor gibi görünüyor. Bu çelişki, faiz indirimi beklentilerinin ekonomik bir güç göstergesi olarak değil, aksine bir zayıflık işareti olarak algılanması gerektiği argümanını güçlendiriyor. Tarifelerin enflasyon üzerindeki etkisinin belirsizliği de bu karmaşık tabloya eklenen bir diğer önemli faktör olarak öne çıkıyor; çünkü tarifeler, ithalat maliyetlerini artırarak ve küresel tedarik zincirlerini bozarak enflasyonist baskı yaratma potansiyeli taşıyor, bu da Fed'in para politikası kararlarını daha da karmaşık hale getiriyor.
Geçtiğimiz günlerde yayımlanan Fed'in Temmuz ayı toplantı tutanakları, ekonomik görünümdeki belirsizlikleri bir kez daha gözler önüne serdi. Belgelerde, yıl içindeki tarife artışlarının ekonomiye olan etkilerinin "zamanlaması, büyüklüğü ve kalıcılığı" konusunda devam eden "önemli belirsizliklere" dikkat çekildi. Bu ifade, merkez bankasının bile ticaret politikalarının uzun vadeli etkilerini tam olarak kestiremediğini gösteriyor. Fed yöneticileri, tarife etkilerinin özellikle mal fiyatlarını gösteren enflasyon verilerinde daha belirgin hale geldiğini, ancak hizmet sektöründeki fiyat enflasyonunun yavaşlama eğilimini sürdürdüğünü kaydetti. Bu ikili durum, Fed'in genel enflasyon hedeflerine ulaşma yolundaki zorlukları yansıtıyor; zira mal fiyatlarındaki artışlar, tüketici harcamalarını ve şirket maliyetlerini etkilerken, hizmet enflasyonundaki yavaşlama farklı bir dinamik sunuyor. Bu durum, para politikası yapıcıların önündeki enflasyonist baskıların karmaşık yapısını ve tek bir çözümle ele alınamayacağını gösteriyor.
ABD borsası, bu endişelerin ışığında günü düşüşle kapatsa da, S&P 500 Endeksi'nin performansı, genel piyasa iyimserliğinin ne denli güçlü olduğunu kanıtladı. Endeks, üst üste dördüncü kez gerilemesine rağmen, 14 Ağustos'taki rekor kapanışından sadece %1,1 uzakta seyrediyor. Bu durum, kısa vadeli dalgalanmaların bile piyasanın genel yükseliş trendini değiştirmekte zorlandığını ve yatırımcıların, ekonomik göstergelerdeki zayıflıklara rağmen risk iştahlarının yüksek kaldığını gösteriyor. Rekor seviyelerin bu denli yakınında kalması, piyasanın altında yatan olumlu algının ve likidite bolluğunun bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Bob Elliott, mevcut büyüme dinamikleri göz önüne alındığında tahvillerin hisse senetlerinden daha cazip bir yatırım alternatifi sunduğunu savundu. Ekonomik büyümenin yavaşladığı bir ortamda, tahviller genellikle daha güvenli limanlar olarak görülür ve düşen faiz oranları beklentisiyle değer kazanma potansiyeli sunar. Özellikle uzun vadeli tahviller, gelecekteki faiz indirimlerinden daha fazla fayda sağlayabilir. Ancak Elliott, bu değerlendirmesine rağmen, son piyasa fiyatlamalarının yatırımcıların tahvillerden "uzaklaştığını" gösterdiğini de kabul etti. Bu paradoksal durum, piyasa katılımcılarının kısa vadeli getiri arayışına ve risk iştahına öncelik verdiğini, uzun vadeli ekonomik görünümdeki belirsizliklere rağmen hisse senedi piyasalarındaki yüksek potansiyel getirilerin peşinden koştuğunu gösteriyor.
FactSet verileri de bu gözlemi destekler nitelikte. ABD yatırım yapılabilir tahvil piyasasını izleyen iShares Core U.S. Aggregate Bond ETF (AGG), çeyreğin başından itibaren %0,1 düşüş gösterirken, Vanguard'ın uzun vadeli ABD Hazine piyasasını takip eden Vanguard Long-Term Treasury ETF (VGLT) ise %1,3 oranında daha belirgin bir düşüş yaşadı. Buna karşılık, aynı dönemde S&P 500 Endeksi %3,1 oranında yükseliş kaydetti. Bu keskin ayrışma, yatırımcı sermayesinin tahvil piyasasından çekilerek hisse senedi piyasasına aktığını ve riskli varlıklara olan talebin devam ettiğini gösteriyor. Bu durum, Elliott'ın bahsettiği "herkesin tahvillerden uzaklaştığı" ve ekonomik gerçeklik ile piyasa algısı arasındaki uçurumun somut bir kanıtı olarak yorumlanabilir.
Elliott, ABD'nin uyguladığı göç ve tarife politikalarının ülke ekonomisi üzerinde önemli bir yük oluşturduğunu ve bu yükün, "Trump'ın Büyük ve Güzel Yasası'ndan" (bu ifade genellikle eski başkanın ekonomiyi canlandırma vaatlerine atıfta bulunur) beklenen her türlü potansiyel faydadan çok daha büyük olduğunu belirtti. Göç politikalarındaki kısıtlamalar, işgücü arzını daraltarak potansiyel ekonomik büyümeyi sınırlayabilir ve belirli sektörlerde işgücü açığına neden olabilir. Tarifeler ise uluslararası ticareti olumsuz etkileyerek, küresel tedarik zincirlerinde aksaklıklara ve nihayetinde tüketici fiyatlarında artışlara yol açabilir. Bu politikaların kümülatif etkisi, ekonomik faaliyetleri yavaşlatma ve iş dünyasının yatırım kararlarını olumsuz etkileme potansiyeli taşıyor.
Borsa uzmanı, piyasaların "önümüzde bir büyüme patlaması olacakmış gibi" işlem gördüğünü, ancak aslında ekonomik büyümenin yavaşladığını yineledi. Bu çelişki, piyasa değerlemelerinin gelecekteki potansiyel büyümeyi aşırı fiyatladığı ve mevcut ekonomik verilerin bu iyimserliği desteklemediği yönündeki eleştirileri güçlendiriyor. Fed'in Temmuz ayı toplantı tutanakları da bu tespiti doğruluyor; zira belgelerde, yılın ilk yarısında ekonomik faaliyetlerdeki büyümenin, özellikle tüketim artışının yavaşlaması ve konut yatırımlarındaki düşüş nedeniyle "yavaşladığı" açıkça belirtiliyor. Tüketici harcamaları, ABD ekonomisinin motor gücünü oluşturduğundan, buradaki bir yavaşlama genel ekonomik görünüm için önemli bir uyarı işareti olarak kabul edilir. Konut sektöründeki düşüş ise hem inşaat faaliyetlerini hem de ilgili sektörleri olumsuz etkileyerek ekonomik daralmaya katkıda bulunabilir.
Yine de, Fed üyelerinin büyük çoğunluğu, "işgücü piyasasının hâlâ sağlam olduğu ve mevcut para politikasının ılımlı veya mütevazı şekilde kısıtlayıcı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Komite'nin potansiyel ekonomik gelişmelere zamanında yanıt vermek için iyi bir konumda olduğunu" belirtti. Bu ifade, merkez bankasının, piyasadaki bazı endişelere rağmen, ekonomiyi yönetme ve olası şoklara karşı tedbir alma kapasitesine güvendiğini gösteriyor. İşgücü piyasasının direncini, faiz artışlarının etkisinin henüz tam olarak hissedilmediği bir faktör olarak görüyor olabilirler.
Yatırımcılar, Fed'in toplantı tutanaklarının yayımlanmasından sonra bile Eylül ayı için faiz indirimi beklentilerini büyük ölçüde sürdürdü. Ancak CME FedWatch verileri, Temmuz toplantısı tutanaklarının açıklanmasının ardından federal fon vadeli işlemleri piyasasında bu beklentilerin bir miktar azaldığını gösterdi. Verilere göre, merkez bankasının önümüzdeki ay gösterge faiz oranını çeyrek puan indirme ihtimali, tutanaklar yayımlanmadan kısa süre önce yaklaşık yüzde 85 seviyesindeyken, sonrasında yüzde 80,9'a geriledi. Bu hafif düşüşe rağmen, yatırımcılar yıl sonuna kadar iki veya üç faiz indirimi olasılığını fiyatlamaya devam ediyor. Bu, piyasanın Fed'den daha güvercin bir duruş beklediğini ve ekonomik yavaşlamanın faiz indirimlerini tetikleyeceğine dair inancının güçlü olduğunu gösteriyor.
Bob Elliott, hisse senedi fiyatlarının tarihi zirvelere yakın olmasına rağmen, piyasalarda iki veya üç faiz indirimi beklentisinin "eşleştirilmesi güç" bir senaryo olduğunu belirtti. Normalde, bu büyüklükte faiz indirimleri, "ekonomik koşullarda daha anlamlı bir yavaşlamanın" eşlik etmesiyle gerçekleşir. Eğer ekonomi gerçekten bu kadar derin bir yavaşlama yaşayacak olsaydı, hisse senedi piyasalarının mevcut yüksek değerlemelerini koruması beklenmezdi. Bu durum, piyasanın ya Fed'in ekonomik durumu yanlış okuduğuna ya da Fed'in beklenenden daha agresif bir şekilde ekonomiyi canlandırmak için hareket edeceğine inandığını gösteriyor ki bu da piyasalar için potansiyel bir risk taşıyor.
S&P 500'ün çarşamba günü itibarıyla yılbaşından bu yana yüzde 8,7 oranında artış kaydetmesi, bu çelişkili durumu daha da vurguluyor. Güçlü piyasa performansı, bir yandan yatırımcıların risk iştahının ve potansiyel getirilerin cazibesinin bir göstergesi iken, diğer yandan da reel ekonomideki sinyallerle uyumsuzluğa işaret ediyor.
PIMCO ekonomisti Tiffany Wilding, "Ekonomi ve borsa aynı şey değildir. Bu ayrım özellikle bugün çok önemli. Zira mevcut politikalar ikisi arasındaki farkı genişletiyor gibi görünüyor" diyerek bu uyumsuzluğun altını çizdi. Wilding, ABD hisse senedi piyasası ile reel ekonomi arasında belirgin bir "uyumsuzluk" gözlemlediğini ve S&P 500'ün bu yılki güçlü performansının, "ABD'nin genel ekonomik durumu hakkında önemli gerçekleri gizleyebileceğini" söyledi. Bu, piyasa rallisinin yalnızca birkaç büyük teknoloji şirketi veya belirli sektörler tarafından yönlendirildiğini, genel ekonominin ise aynı ivmeyi yakalayamadığını düşündürüyor.
Wilding, bu uyumsuzluğu desteklemek için somut ekonomik verilere de dikkat çekti: özellikle 2025'in ilk yarısında reel tüketici harcamalarındaki yavaşlama beklentisi ve bu yıl istihdam artışındaki ivme kaybı. Reel tüketici harcamaları, ekonomik büyümenin ana motorlarından biri olduğundan, buradaki bir yavaşlama doğrudan GSYİH büyümesini etkileyecektir. İstihdam artışındaki yavaşlama ise, işgücü piyasasının eskisi kadar dinamik olmadığını ve potansiyel olarak işsizlik oranlarında artışa yol açabileceğini gösterir. Bu veriler, Wilding'in piyasa değerlemelerinin ekonomik temellerden ayrıştığı yönündeki argümanını güçlendiriyor.
Bob Elliott da, işgücü arzı ve talebindeki yavaşlamanın, ABD işsizlik oranının yüzde 4,2 seviyesinde görece istikrarlı kalmasına yardımcı olduğunu belirtti. Ancak bu istikrarın "normal bir işgücü piyasası ortamında" olmadığını vurguladı. Elliott'a göre, son altı ayda ABD'deki göç politikalarının "anlamlı" biçimde kısıtlanması, işgücü arzını daraltarak bu dengeye katkıda bulunuyor. Daha az göçmen işgücüne erişim, şirketlerin işgücü bulmasını zorlaştırabilir, ücret baskısı yaratabilir ve genel ekonomik üretkenliği etkileyebilir. Dolayısıyla, düşük işsizlik oranının arkasında yatan faktörlerin dikkatlice incelenmesi gerektiği ve bunun tam anlamıyla bir sağlık işareti olmayabileceği mesajı veriliyor.
Amerika Birleşik Devletleri piyasaları, küresel ekonominin belirsizliklerle dolu bu döneminde, bir yandan rekor seviyelere yakın seyrederken, diğer yandan da ekonomik temellerden kopuk bir görünüm sergiliyor. Fed'in faiz politikaları, enflasyon dinamikleri, ticaret ve göç politikalarının etkileşimi, piyasaların gelecekteki seyrini belirleyecek anahtar faktörler olmaya devam edecek. Yatırımcıların, piyasa iyimserliği ile gerçek ekonomik göstergeler arasındaki potansiyel ayrımı dikkatle değerlendirmesi ve stratejilerini bu kapsamlı görünümle şekillendirmesi büyük önem taşıyor. Ekonomistlerin ve piyasa analistlerinin uyarıları, finansal piyasaların kısa vadeli coşkusunun, uzun vadeli ekonomik gerçekleri göz ardı etmemesi gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor.
⚖️ Yasal Uyarı:Bu içerik yatırım tavsiyesi niteliği taşımaz. Yatırımlarınızla ilgili kararlarınızı kendi araştırmalarınız ve risk profilinize göre almanız önerilir.
ABD borsası, ekonomi, Fed, faiz indirimi, piyasa, reel ekonomi, S&P 500, Bob Elliott, Tiffany Wilding, tahviller, hisseler, enflasyon, tarifeler, işgücü piyasası, göç politikaları, ekonomik yavaşlama